2045’e Giden Yolda Yeni Güvenlik Paradigmaları: NATO’nun Bilim ve Teknoloji Trendleri 2025-2045 Raporunda Öne Çıkan Başlıklar

Times Of Defence Yazarı – Öğr. Gör. Ömer Memoğlu – 06 Ağustos 2025

  Gelecek yalnızca zaman çizelgesinde ilerleyen bir kavram olarak karşımızda durmuyor. Gelecek projeksiyonu dizaynında kararlarla şekillenen bir güvenlik coğrafyası ile karşı karşıyayız ve birçok parametre bu güvenlik mimarisinin şekillenmesinde etki sahibi. NATO Bilim ve Teknoloji Organizasyonu’nun “2025–2045 Bilim ve Teknoloji Trendleri” raporu, bu yeni güvenlik mimarisine dair çarpıcı bir perspektif sunuyor. Yapay zekâdan kuantum teknolojilerine, biyoteknolojiden toplumsal güven krizlerine kadar pek çok eksende şekillenen bu dönüşüm, sadece askerî yapılar için değil, devletin karar mekanizmalarından vatandaşların bireysel güvenlik algısına kadar geniş bir etki alanına ve dönüşüm sürecine sahip. Bu bağlamda küresel güvenlik mimarisinin dizaynında Türkiye’nin savunma sanayii kapasitesi ve teknolojik adaptasyon yetkinliği göz önünde bulundurularak ülkemizin yalnızca bölgesel değil, NATO ölçeğinde küresel bir stratejik rol üstlenmesi mümkün hâle geldi. Artık mesele yalnızca teknoloji üretmek değil, o teknolojiyi güvenli, etik ve kapsayıcı biçimde yönlendirebilmek/ekosistem dizayn edebilmekten geçiyor. Bu kapsamda ortaya çıkan yıkıcı teknolojiler küresel güvenlik mimarisini tehdit ederken aynı zamanda doğru denklemler kurulduğunda caydırıcılık oluşturarak bölgesel güvenlik mimarilerinin oluşturulmasına katkı sunabilir. O nedenle kolektif güvenlik iş birliği modellemeleri oldukça önem arz ediyor. Çalışma kapsamında incelediğimiz NATO’nun altı makro trendi bu sürecin yol haritasını çiziyor. Bu çalışmanın temel amacı NATO Bilim ve Teknoloji Organizasyonu’nun “2025–2045 Bilim ve Teknoloji Trendleri” raporunu inceleyerek ileri teknoloji ve güvenlik mimarisi denklemlerine bir projeksiyon tutma görevi icra etmektir.

Rekabetin Yeni Haritası: Uzaydan Zihne

Geleneksel savaş alanları ve konseptleri tarih olurken ortaya yeni çatışma ve caydırıcılık alanları çıkmaktadır. Rapora göre yeni çatışma alanları sınırları olmayan, görünmeyen ama etkisi yüksek boyutlara taşınan alanlar olarak karşımıza çıkıyor. Uzay, siber uzay, bilgi ağı ve bilişsel alanlar… NATO’nun “Değişen Rekabet Alanları” tanımı, savaşların artık tanklarla/toplarla değil, algoritmalarla/yapay zekâ sistemleriyle/kuantum bilgisayarlar ile yapıldığını açıkça gösteriyor. Örneğin bir uydudan alınan veri, bir devletin kriz yanıtını belirleyebilir/diplomatik süreçte masada güçlü bir hamle atılmasına imkân sunabilir. Uzayda güçlüyseniz uydu-görüntü istihbaratına sahip olur, rakiplerinizi elde ettiğiniz bilgi ve belgelerle masada alt edebilirsiniz. Ya da bir sosyal medya içeriği seçim sonuçlarını doğrudan etkileyebilir. Algoritmalarla şişirilen parti kampanyaları, bot hesaplarla desteklenen ve fenomen hâle getirilen ideolojik fikirler toplumları dizayn edebilir. Dolayısıyla modern savunma stratejileri bilişsel güvenlik, dijital direnç ve bilgi ekosistemleri üzerine yeniden kurgulanmalı.

Yapay Zekâ Teknolojisi ve Kuantum Üstünlüğü: Gücün Yeni Kodlayıcıları ve Yeni Nesil Caydırıcılık

Yapay zekâ teknolojilerine ve kuantum bilgisayarına sahip olmak hem algoritmayı kontrol etmek hem kuantum üstünlüğüne erişmek hem de karar alma süreçlerinde devrim yaratmak anlamına geliyor. NATO’nun değerlendirmesine göre bu iki alan, ekonomik üstünlükten askerî caydırıcılığa, kriz yönetiminden politik etkiye kadar birçok boyutta yeni liderlik standartları belirliyor. Türkiye’nin bu alandaki AR-GE yatırımları ve akademik üretim kapasitesi NATO içinde stratejik teknoloji ortaklığına evrilebilecek bir potansiyel taşıyor. Türkiye ilk kuantum bilgisayarı QuanT’ı 2024 yılında tanıttı. Türkiye, kuantum teknolojileri alanındaki ilk somut hamlesini 2024 yılında ASELSAN öncülüğünde gerçekleştirdi. Geliştirilen 5 kübit kapasiteli yerli kuantum bilgisayar prototipi, özellikle kriptografi, savunma ve ileri hesaplama alanlarında test amaçlı kullanılmak üzere tasarlandı. Bu prototip, Türkiye’nin kuantum hesaplama yarışında yer alma kararlılığını ortaya koyarken, uzun vadede 50 ve üzeri kübit seviyelerine çıkılması hedefleniyor. ASELSAN, TÜBİTAK ve akademik kurumların iş birliğiyle yürütülen bu girişim, Türkiye’nin kuantum çağında veri güvenliği ve stratejik teknolojiler üretme kapasitesini artırma vizyonunun bir parçası.

Biyoteknoloji: İnsan Doğasına Müdahale Dönemi Başlıyor

Genetik mühendislik, sentetik biyoloji ve kişiselleştirilmiş müdahaleler modern savaş ve istihbarat doktrinlerinde yeni paradigmalar oluşturuyor. NATO’nun “Biyoteknoloji Devrimi” vurgusu biyolojik olarak geliştirilmiş insan prototiplerinden etik hedefli genetik ajanlara kadar geniş bir risk-fırsat yelpazesi çiziyor. Modern muharebe sahasında asimetrik savaşın kuralları değişirken medikal istihbarat ve genetik mühendislik kritik önem kazanıyor. Bu nedenle Türkiye hem biyogüvenlik protokollerini hem de etik çerçeveli teknoloji geliştirme politikalarını NATO normlarına entegre ederek bu dönüşümde aktif rol oynamalıdır. Türkiye’nin medikal istihbarat alanında atılımları ve özellikler DNA veri merkezleri oluşturması olası biyogüvenlik risklerine yönelik milli genom havuzunu oluşturması kritik öneme sahiptir.

Entegre Teknolojiler ve Kırılganlık Paradoksu

Yüksek teknoloji sistemlerinin entegrasyonu bir yandan operasyonel verimliliği artırırken, diğer yandan ise dışa bağımlılık, siber saldırı riski ve tedarik zinciri zafiyetleri gibi yeni kırılganlıklar yaratıyor. NATO’nun bu duruma dikkat çeken “teknoloji entegrasyonu ve bağımlılık” trendi, savunma altyapılarının yalnızca teknik değil; stratejik olarak da modüler, esnek ve yerli/bağımsız nitelikte kurgulanması gerektiğini hatırlatıyor. Türkiye’nin %80’leri aşan yerlilik oranı, bu kırılganlığa karşı önemli bir direnç unsuru olarak öne çıkıyor. Özellikle artan siber saldırıların tedarik zincirlerini hedef almasıyla küresel ölçekte tedarik zincirlerinde krizlere neden olunabilir ve bu durum ülkelerin iç güvenlik yaklaşımlarını etkileyerek toplumsal huzursuzluk/kaos gibi durumlara neden olabilir. Bu çerçevede siber güvenlik yaklaşımlarında tedarik zincirlerinin korunması, kritik tesislerin güvenliği gibi stratejik alanlara dikkat edilmesi önem arz ediyor.

Çıkarım: Teknolojik Dönüşümde Gözlemci Değil, Aktör Olmalıyız

NATO’nun 2025-2045 projeksiyonu bizlere göstermektedir ki güvenlik mimarisi artık yalnızca savunma sanayiinin konusu değildir. Savunma ekosistemi dizaynı bir devletin tüm sistemlerinin dayanıklılığıyla, küresel güvenlik mimarisine sunduğu katkıyla alakalı bir sürece evrilmiş durumdadır. O nedenle yapay zekâ teknolojilerinde, kuantum üstünlüğünde, biyoteknoloji ve bilgi güvenliği gibi alanlarda öne çıkmalı, AR-GE faaliyetlerine hız verilmeli ve rekabetin yalnızca teknolojik değil, aynı zamanda ideolojik, sosyolojik ve ekonomik düzlemlerde yaşanıyor olduğunu idrak ederek dönüşüme uyum sağlamak gereklidir. Türkiye’nin bu çok katmanlı/denklemli güvenlik mimarisi dönüşümünde gözlemci bir aktör değil, yönlendirici/dizayn edici bir aktör olması lazımdır. Vizyoner strateji, entegre yetenek ve küresel iş birliklerinde etkin temsil gerçekleştirerek küresel güvenlik mimarisini dizayn eden bir aktöre dönüşmeliyiz. NATO’nun sunduğu yol haritasında muhtemel tehditleri analiz ederken aynı zamanda muhtemel fırsat pencerelerini de analiz etmemiz lazımdır. Bu pencereyi kim daha iyi okur ve zamanında harekete geçerse sadece savunmada değil, bilgi çağının tüm cephelerinde öne çıkan aktör olacaktır.
Benzer Videolar